Bir Kibritle Yok Oluş

İskemlenin kırık dökük tahtaları saçılmış odanın köşesinde. Şömineye atılacak ve bir kibritle birlikte çekip gidecek; geride yalnızca küllerini bırakarak…

İnsanlar da öyle değil mi zaten? Sürekli çekip giden ama bir elvedayı bile çok gören sevdiklerine… Gidenlerin ardından ağlayanlar düşünülmez ki… Düşen yaprak gibi dönüp bakmaz arkasına… Bakamaz! Yüzü yoktur geçmişine dönmeye.  Gözlerini kaçırmadan, kıvrık kirpiklerine asılmış gözyaşları damlarken yanaklarına, tüm tutkusuyla bakamaz karşısındakine! Vazgeçmekten korkar… Çekip gitmesi gerekirken gidememektir tek korkusu…

İnsanlar böyledir işte!  Unutmak yaradılışımızda var. Yaşadıklarımızı, tanıdıklarımızı, sevgilerimizi, üzüntülerimizi unutmak… Hep bunu istemez miyiz zaten?

“Bir gün çekip gideceğim buralardan… Kimsem olmasa da gittiğim yerde, bu günleri aramayacağım. Sizi özlemeyeceğim! Bir daha beni ağlatamayacaksınız çünkü geri dönmeyeceğim!”

Hep bu cümleler geçer aklımızdan kızgın olduğumuzda. Fakat bir dostumuz bırakıp gidince göz yaşı dökeriz ardından. Severiz çünkü! İtiraf edemesek de kendimize, özleriz yanımızda yokken! Yine giden gider ya, ona yanarız belki de. Tüm içerlememiz, küskünlüğümüz bunadır… Boğazımızda düğümlenen hıçkırıklar bu yüzden!

Yine sarılırız kitapların sayfalarına! Boğaza karşı hafif salaş bir kafede, kahvemizi yudumlayarak, satır satır yeniden doğarız sanki! Kitapla bütünleşiriz. Utanırız!… O, yanı başımızda ve en sevgili dostumuzken, ağladığımızda ona sarılmak aklımıza gelmediği için utanırız!

Geleni geçeni izlemek gibi ayrı bir zevkimiz vardır. Küçük kızına elma şekeri alan annenin yüzündeki tebessümü görmek isteriz bazen. Kitabın sürükleyici atmosferinden bir an olsun sıyrılmak ve insanın içini ısıtan bir sahneye tanık olabilmek isteriz…

Aslında ölesiye merak ederiz kitabın devamında ne olacağını. Kitabın sonu çıldırtan bir bilmece, pişkin pişkin gülen bir soru işareti gibidir nazarımızda. Fakat yine de soluklanmak isteriz. Dalgaların kıyıya çarpmasındaki coşku mudur, kafede çalan hafif müziğe kulak verme isteği midir bilinmez ama olayların yoğunluğundan bir an bile olsa uzaklaşma isteğine karşı koyamayız.

Unutsak da kimi zaman bizim için ne denli önemli olduğunu kitapların; aslında tarif edilemez bir sevgi kıpırdanır içimizde. Rafa dizerken şefkatle okşayıp cildini ve rast gele bir sayfa açıp kokusunu içimize çekmek… Bunun yerini hiçbir şey tutamaz, bilirim!

Fakat yine de kırarız bu dostlarımızı! Hiçbir kötülüğü dokunmasa da bize, her ağladığımızda okşasa da saçlarımızı yine ağlatırız onları. Nankörüz! Kıymet bilmiyoruz! Bu sevgiyi hak etmiyoruz!

Bizi bu derece düşünen ve bir an olsun bizi üzmeyen bu dostlarımız hiçbir zaman bir kibritle işi bitirmeyi düşünmez. Çekip gidip, dönmemek bir kâbus gibidir sanki!

Kâbustan uyanmak için çırpınır güneş! Bak, yıldızlar kayıp gidiyorlar birer birer…